D-liserjik asit dietilamid veya LSD, güçlü halüsinojenik etkileri olan ve doza bağlı olarak derin etkiler yaratan, uzun süreli psikiyatrik semptomlara yol açabilecek bir kimyasal bileşik olarak kabul edilir. Bu kimyasalın yaklaşık 50 yıl öncesine dayanan bir tarihi bulunmaktadır ve bu tarih, günümüzdeki toplumsal algılar üzerinde etkili olmuştur.
LSD, kimyasal olarak ergot alkaloidlerinden türetilen sentetik bir psikoaktif maddedir. İlk kez 1938 yılında İsviçreli kimyager Albert Hofmann tarafından, çavdar mahmuzu (ergot) mantarından elde edilen liserjik asitten sentezlenmiştir. LSD’nin etiyolojisi, yani nasıl ve neden üretildiği ya da kullanıldığı, şu şekilde incelenebilir:
Kimyasal Kaynak ve Üretim
- LSD, liserjik asit baz alınarak sentezlenir. Liserjik asit, doğada bulunan çavdar mahmuzu gibi bazı mantar türlerinde bulunur.
- Kimyasal üretim süreci karmaşık ve teknik bilgi gerektiren bir işlemdir. Üretim genellikle yasa dışı laboratuvarlarda yapılır ve saflığı değişkenlik gösterebilir.
Tarihsel Gelişim
- Tıbbi Amaçlar: LSD, başlangıçta farmakolojik araştırmalarda kullanılmıştır. 1950’lerde psikiyatrik hastalıkların (şizofreni, depresyon) biyolojik mekanizmalarını anlamak ve tedavi etmek amacıyla araştırılmıştır.
- Psikolojik Araştırmalar: LSD, bilinç ve algının mekanizmalarını anlamak için “psikedelik” etkileri nedeniyle incelenmiştir.
Kullanım Amaçları
- Psikiyatrik ve Terapötik Kullanım: LSD, psikoanalitik terapilerde bir katalizör olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu kullanım FDA ve diğer sağlık otoriteleri tarafından yasaklanmıştır.
- Rekreasyonel Kullanım: LSD, 1960’lardan itibaren karşı kültür hareketlerinde popüler hale gelmiş ve eğlence amaçlı kullanılmaya başlanmıştır. Psikoaktif etkileri nedeniyle duyusal algıları değiştirdiği için sanatçılar, müzisyenler ve karşıt kültür temsilcileri arasında yaygınlaşmıştır.
Farmakolojik Mekanizma
- LSD, başlıca serotonin (5-HT) reseptörleri üzerinde etkilidir. Özellikle 5-HT2A reseptörlerini aktive ederek algı ve duygu durumunda değişikliklere neden olur.
- Bu etkileşim, bilinçte genişleme, halüsinasyonlar ve değişmiş algılar gibi etkiler üretir.
Modern Kullanım ve Riskler
- Günümüzde LSD’nin tıbbi kullanımı yoktur ve birçok ülkede yasadışı olarak sınıflandırılmaktadır.
- Rekreasyonel kullanımı, psikotik bozukluklar, flashbackler (Hallucinogen Persisting Perception Disorder – HPPD) ve sosyal problemler gibi ciddi riskler taşır.
LSD’nin epidemiyolojisi, bu psikoaktif maddenin dünya genelinde kullanım oranları, kullanıcı profilleri ve risk faktörleri üzerine yapılan araştırmalarla şekillenmektedir. LSD, özellikle 1960’lar ve 1970’lerde karşı kültür hareketlerinin etkisiyle yaygınlaşmış ve hala popüler bir psikedelik madde olmaya devam etmektedir. 2010 yılında yapılan Ulusal Madde Kullanımı ve Sağlık Anketi’ne (NSDUH) göre, 23 milyon ABD sakini (12 yaş ve üzeri), hayatında en az bir kez LSD kullandığını bildirmiştir. LSD’nin kullanım oranları, özellikle 30-34 yaş grubunda en yüksek seviyeye ulaşırken, 50-64 yaş grubundaki kullanım oranları ise 21-49 yaş aralığıyla benzerdir.
LSD kullanımı, genellikle gençler ve ergenler arasında daha yaygın olup, bu bireyler arasında esrar, alkol ve diğer psikoaktif maddelerin de kullanımı yüksektir. LSD kullanan kişiler genellikle beyaz etnik kökenden olup, depresif semptomlar ve travma öyküsü gibi psikolojik sorunları olan bireyler arasında daha sık görülmektedir. Ayrıca, alkolle sarhoş olma ve sigara içme gibi alışkanlıklar da LSD kullanımını artıran risk faktörleri arasında yer almaktadır.
LSD kullanımının klinik etkileri arasında halüsinasyonlar, kaygı, paranoid düşünceler ve duygusal dalgalanmalar yer alır. Bu etkiler, kullanıcıların ruhsal sağlıklarını olumsuz yönde etkileyebilir ve uzun vadede Hallucinogen Persisting Perception Disorder (HPPD) gibi sorunlara yol açabilir. LSD’nin kullanımı, genellikle gelişmiş ülkelerde daha yaygındır; bu durum, maddelere erişimin daha kolay olduğu ve karşı kültür hareketlerinin bu ülkelerde daha belirgin olduğu bir durumdur. Türkiye gibi bazı ülkelerde ise LSD kullanımı sınırlıdır ve genellikle küçük bir popülasyonla sınırlı kalmaktadır.
Dolder ve arkadaşlarının 2017 yılında yaptığı çalışmaya göre, LSD’nin farmakokinetik özellikleri şu şekilde özetlenebilir:
- Plazma Yarı Ömrü: LSD’nin plazma yarı ömrü yaklaşık 2.9 saattir, bu değer intravenöz uygulama ile benzer bulunmuştur.
- Başlangıç Süresi: 100 μg dozuyla yapılan çalışmada, LSD’nin etki başlangıcı ortalama 0.8 saat (0.1 ile 1.7 saat arasında) olarak ölçülmüştür. 200 μg dozunda ise bu süre ortalama 0.4 saat (0.04 ile 1.2 saat arasında) olarak tespit edilmiştir.
- Etkilerin Süresi: 100 μg dozunda etkiler ortalama 9.0 saat sürerken (6.1 ile 14.5 saat arasında), 200 μg dozunda etkiler ortalama 11.6 saat (7.0 ile 19.5 saat arasında) devam etmiştir.
- Zirve Etki Süresi: LSD’nin etkisi 100 μg dozunda ortalama 2.8 saat (1.2 ile 4.6 saat arasında) sonra zirveye ulaşırken, 200 μg dozunda bu süre 2.5 saat (0.8 ile 4.4 saat arasında) olarak bulunmuştur.
- Fizyolojik Etkiler: LSD uygulamasından sonra, her iki doz grubunda da sistolik kan basıncı, kalp atış hızı ve vücut sıcaklığında artış gözlemlenmiştir.
Bu bulgular, LSD’nin farmakokinetik özelliklerinin doz bağımlı olduğunu ve etkilerinin kişiden kişiye değişebileceğini göstermektedir.
LSD etkisi altındaki hastalar, genellikle halk arasında “kötü bir trip” olarak adlandırılan deneyim sonrası klinik bir ortamda başvururlar. Diğer hastalar ise maddeyi bilmeden veya aşırı dozda alarak başvurabilirler.
Kaliteli bir öykü ve fiziksel muayene almak, hastanın uyanıklığına ve yönelimine bağlıdır ve bu, hastanın algısının ne kadar bozulduğuna göre değişir. Klinik personel, hasta yeterli öykü veremiyorsa, arkadaşlar veya aile üyelerinden yardım almalıdır. Hekimler, öykü alırken şu unsurlara odaklanmalıdır: başvuru şikayetleri, madde dozu, dozajın zamanı ve yeri, hastanın madde hakkındaki bilgisi, madde ile önceki deneyimleri, ilişkili semptomlar veya eşzamanlı madde kullanımı ve sistemler taraması.
Fiziksel muayenede aşağıdaki bulgular görülebilir:
- Vital Bulgular: Normalden yüksek sıcaklık, hipertansiyon, taşikardi, takipne, artmış veya azalmış oksijen satürasyonu
- Genel: Değişmiş mental durum, terleme, dağınık görünüm, iştah kaybı
- HEENT (Baş, Boyun, Kulak, Göz, Burun): Midriazis (gözbebeği genişlemesi), ağız kuruluğu, nistagmus (gözlerin istemsiz hareketi)
- Solunum: Takipne (hızlı solunum)
- Kardiyovasküler: Taşikardi, hipertansiyon
- Cilt: Aşırı terleme
- Nörolojik: Koordinasyon bozukluğu
- Psikiyatrik: İşitsel ve görsel halüsinasyonlar, panik, psikoza, paranoya, sinestezi (duyuların birleşmesi), zaman algısında bozulma, duygusal dalgalanmalar, agresyon, depersonalizasyon, intihar düşünceleri, dini eğilim, depresyon
LSD zehirlenmesinin tanısı kliniktir. Rutin uyuşturucu testleri LSD’yi tespit edemez. Acil servise ilaç intoksikasyonu ile başvuran hastalar, hekimler için özel zorluklar yaratır. LSD intoksikasyonu, hatta genel olarak herhangi bir ilaç intoksikasyonunun ayırıcı tanısı oldukça geniş bir yelpazeyi kapsar. Bu nedenle ayrıntılı bir anamnez ve fizik muayene büyük önem taşır. Süreç, olay yerine ilk ulaşan acil tıp teknisyenleri ve paramediklerle başlar, ardından hekimlerin değerlendirmesiyle devam eder.
LSD, en çok bilinen yasa dışı maddelerden biri olmasına rağmen, benzer etkiler sunmak üzere tasarlanmış birçok ilaç analoğu geliştirilmiştir. Bu analoglar, genellikle hükümetler tarafından yasaklanmış maddelerle benzer etkiler gösterir. Ancak sağlık çalışanlarının bu konuda yetersiz bilgiye sahip olması olasıdır. Özellikle zehirlenmenin kaynağı bilinmediğinde ya da belirsiz algılandığında, sağlık çalışanlarının geçmişte ve güncel olarak kullanılan tasarım ilaçlar hakkında eğitilmesi büyük fayda sağlayabilir.
LSD tanısında detaylı bir öykü ve fizik muayene temel öneme sahiptir. Ancak bu, diğer tanı yöntemlerinin gereksiz olduğu anlamına gelmez. Nöbet geçiren veya nöroleptik malign sendrom şüphesi olan komplikasyonlu vakalarda koagülasyon testleri ve serum elektrolitlerinin değerlendirilmesi gerekir. Ek olarak, diğer tanıları dışlamak amacıyla görüntüleme tetkikleri yapılmalıdır. Elektrokardiyografi (EKG), taşikardi, bradikardi ve diğer aritmileri değerlendirmek için uygun bir yöntemdir. Bu durumlar her zaman LSD’nin kendisinden kaynaklanmayabilir; ancak MDMA gibi güçlü uyarıcıların birlikte kullanımıyla ilişkilendirilebilir.
- 3,4-Metilendioksimetamfetamin (MDMA)
- 3,4-Metilendioksiamfetamin (MDA)
- N,N-dimetiltriptamin (DMT)
- Psilosibin
- Fensiklidin (PCP)
- Kokain ve diğer amfetaminler
- Etil alkol (etanol)
- Benzodiazepinler
- Barbitüratlar
- Gamma-hidroksibütirat (GHB)
- Psikiyatrik durumlar, özellikle psikoz ve şizofreni
- Santral tümörler
- Elektrolit bozuklukları
Halüsinojen etkisi altındaki bir hasta için, tercihen dış uyaranlardan uzak, sessiz bir ortam sağlanması ve hastanın kendisine veya başkalarına zarar vermesini önlemek amacıyla birebir gözetim altında tutulması önerilir. Anksiyete kontrolü için düşük dozda benzodiazepin kullanılabilir. Yüksek dozda LSD almış bireyler, kalıcı psikotik semptomlar açısından risk altında olabilir ve bu semptomlar ortaya çıkıp devam ederse, antipsikotik ilaçlarla tedavi edilmelidir. LSD toksisitesinin tedavisi esas olarak destekleyicidir ve otonom semptomlar gerektiğinde semptomatik tedavi ile yönetilebilir.
LSD intoksikasyonundan kaynaklanan komplikasyonlar birkaç şekilde ortaya çıkabilir. Bunlardan biri, hastanın maddeyi aldığı ortamdır. Eğer ortam güvenli değilse ve hasta kendisine veya başkalarına kazara zarar verirse, bu durum travma gibi çeşitli komplikasyonlara yol açabilir.
Yüksek dozda LSD alan kişilerde kalıcı psikotik semptomlar gelişebilir. Hastalar genellikle “trip” deneyimlerini hayatlarını değiştiren tecrübeler olarak tanımlar ve gerçeklikten özellikle derin bir şekilde kopmuş olanlar, ilacın etkileri geçtikten sonra uyum sağlamakta zorlanabilir.
Halüsinojen-persistan algı bozukluğu (Hallucinogen-Persisting Perception Disorder – HPPD), halüsinojen intoksikasyonunun potansiyel bir komplikasyonudur. DSM-5, bu durumu, halüsinojenik bir ajanın etkisi altında olmayan hastaların, önceki halüsinojen deneyimleri sırasında ortaya çıkan algısal semptomları tekrar yaşaması olarak tanımlar. Bu semptomlar klinik olarak önemli düzeyde sıkıntıya yol açmalı ve normal sosyal ve mesleki işlevleri bozmalıdır. Bu semptomlar arasında genellikle görsel bozukluklar rapor edilmiştir; geometrik halüsinasyonlar, nesnelerin çevresinde haleler, hareket algısında değişiklikler, görme alanında uçuşan cisimler ve önceki ilaç deneyiminde görülen görüntülere geri dönüş (“flashback”) gibi belirtiler bulunabilir.
Otonom komplikasyonlar ise hipertansiyon, hipotansiyon, aritmiler ve hipertermi gibi semptomların tedavi edilmemesi durumunda ortaya çıkar.
LSD’nin riskleri hakkında hastaya eğitim verilmesi, kazara alım ve aşırı doz riskini azaltmak için vurgulanmalıdır. Hastalar genellikle tükettikleri maddeler hakkında bilgi sahibi olmadan deneme yaparlar ve bu da birçok olumsuz deneyime ve gereksiz hastane yatışlarına yol açabilir. Ayrıca bu tür maddelerin bulundurulması ve dağıtılmasının hukuki sonuçları hakkında bilgi verilmesi önemlidir. Bunun yanı sıra, maddenin etki mekanizması ve kişisel algılara etkileri hakkında da eğitim verilmelidir.
- https://www.noropsikiyatriarsivi.com/makaleOzet?id=1121
- https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK430781/